16. yüzyılın ortalarından 18. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa sanatına hakim olan ve katolik ülkelerde, mimarlık, heykelcilik, resim ve süsleme sanatları alanlarında, Rönesans dönemi klasisizmine bir tepki olarak ortaya çıkan bir üsluptur. Kelimenin kökü olan “barrueco” İspanyolcada “işlenmemiş iri inci” anlamına gelir. Düzenli ve kurallara bağlı Rönesans sanatının yerini tutan tarz sanat dünyasına büyük bir serbestlik, heyecan ve taşkınlık dolu çizgiler getirmiştir. Barok üslubunun 18. yüzyılda aldığı daha kaba ve sert tarza “rokoko” denir.
Cizvitlerin öncülüğünü yaptığı bu yeni sanat akımı değişik dönemlerde Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde ve Latin Amerika’da bütün 17. ve 18. yy’lar boyunca, çeşitli ölçülerde ilgi uyandırdı. Barok üslubun gerçek yaratıcıları Papalık kurumunun siparişleri ile desteklediği Francesco Borromini (1599 – 1667), Pietro Berettini da Cortona (1596 – 1669), Maderno, özellikle deLorenzo Bernini (1598 – 1680) gibi büyük mimarlardır. Kısa sürede doruk noktasına ulaşan bu üslup, İtalya’nın her yanına yayılmış, yarım yüzyıllık süre içinde (1620-1675) söz konusu bu sanatçılar, Roma’yı görkemli anıtlarla süslemişlerdir. Anıtların fanteziye kaçan yapıları ve akıldışı süslemeleri, klasisizmin ağırbaşlılık ve kuruluğuna karşı, düş gücünün şiddetli bir tepkisi sayılabilir. Germen barokunun kaynağı olarak kabul edilen Borromini’nin yapıtları, en abartmalı olan örneklerdir. Bazı girintileri ve çıkıntıları olan dalgalı yüzeylerin, eğri çizgilerin, iç yüksekliğe denk düşmeyen düzlüklerin üst üste kullanılması bu yapıtların temel özellikleridir (Carlino kilisesi bunun en kusursuz örneğidir).