Yeryüzünde ilk dansın Adem ile Havva tarafından yapıldığını söylemek pek büyük bir mübalağa olur ve hayli gülünç kaçar. Fakat tarihçilerin iddiası, dansın insanlıkla yaşıt olduğu yolundadır. İnsanın yaşantısı tarih öncesi çağlardan bu yana çok değişmiştir fakat dans etme ihtiyacı aradan geçen binler ve binlerce yıla rağmen toplum davranışı üzerindeki öneminden hiç bir şey kaybetmemiştir. Zamanla ilkel insanlarda savaş danslarının yapılmaya başlandığı görüldü. Bu dansın figürleri de düşmanlarını nasıl yeneceklerini ve onlara karşı nasıl bir zafer kazanacaklarını temsil etmekteydi. Bu danslara bugün dahi Afrika’nın bazı ilkel kabilelerinde rastlanmaktadır. Amerika’nın Büyük Okyanus kıyılarında Vancouver çevresinde yaşayan yerli kabileler en soğuk havalara bile suya girerler; sonra kumsallara çıkarak deniz fillerinin hareketlerini taklit ederlerdi. Böylelikle deniz fillerinin hareketlerini taklit ederlerdi. Böylelikle deniz fillerinin kıyılara gelmelerini sağlayacaklarına inanırlardı.
Avustralya yerlilerin de ise, delikanlılar arasına karışacak gençler için yapılan ayinlerde kanguru dansı pek önemli bir yer alırdı. Kanguruların hareketlerini temsil eden bu danslarla o delikanlılara kanguruların nasıl avlanacağı öğretilirdi. İnsanoğlunun yaşantısına dans zamanla dini bir görünüm kazandı. İlkel kabileler ilahlara karşı yaptıkları danslarla onların gönüllerini hoşnut etmeye çalışılırken Çin’deki Buda tapınaklarında da her yıl ilkbahar mevsiminin başlangıcında düzenlenen büyük dini ayinlerde şeytanı temsil eden bebek, tapınağın bir köşesinde bir çukura dans figürleri arasında gömülür; Budist rahipleri yüzlerine korkunç maskeler takmak ve garip garip hareketler içinde dans etmek suretiyle şeytanları korkutup tapınaktan kaçırırlardı. Bugün dahi Afrika ve Asya’nın bir çok ilkel kabilelerinde buna benzer danslar yapılmaya devam etmekte ve aradan geçen nice yüzyıllara rağmen bu kabile insanlarının bu konudaki inançları olunca tazeliği ile sürüp gitmektedir.
Yapılan araştırmalar, dansın bir sanat haline gelişinin hiç de eski bir geçmişe dayanmadığını gösterir. Bu konuda ilk adımın eski Mısırlılar tarafından atıldığı, daha sonraları eski Yunanlıların bunu devam ettirdiklerini bazı belgelerden öğrenmekteyiz. Medeni dünyanın bir güzel sanat olarak benimsediği bale ise dansın ilkel şekli ile bugünü arasında bir köprü teşkil eder. Bale, bir takım düşünce ve davranışların belirli bir ahenk içinde hareketlerle dile getirilmesidir. Ancak, bu hareketler ilkel şekillerinden çok farklı olan bir estetik içinde ortaya konulmaktadır. Avustralyalı yerlilerin kanguru hareketlerini taklit eden dansları ile kuğuları sembolize eden bale hareketleri arasında estetik yönden pek büyük farklar vardır. Dünyamız uygarlık yolunda dev adımlarla ilerlerken danslar da büyük değişiklikler gösterdi. Müzik ile estetik bir sanat anlayışı içinde gelişmeye başladı. Bunun sonucu olarak yeni yeni danslar ortya çıktı. Grup halinde yapılan ”Polka” dansı bir devri dile getirdi. Sonra çiftlerin büyük bir ahenk içinde yaptıkları ve dans dünyasında klasik bir değer taşıyan ”Vals”ler ortaya çıktı. Ünlü bestecilerin vals melodileriyle insanoğlu en güzel estetik hareket örneklerini ortaya koydu.
Amerika’da çıkıp bir anda bütün dünyayı saran ”Çarliston” bir devre adını verdi. Bu dansta büyük bir coşkunluk en çabuk ve en güzel hareketlerle dile getiriliyordu. Tango’nun platonik havası ”Fokstrot” ile birden hareketleniverdi. Güney Amerika’dan çıkan ”Samba” ve ”Rumba”lar ile ”İlkel” devrelere doğru başlayan bu dönüş ”Salsa yuvarlan” adıyla andığımız ”Rock and roll” ve ”Twist” salgını estetikten ayrılıp çılgınca hareketlere doğru sürüklendi. Daha sonra ”Limbo” ve ”Shake” de bunun bir başka şekli olarak dans dünyasında benimsendi.
