Bir kimsenin ya da bir ailenin oturduğu, içinde yaşadığı yer, konut

Mağaraların o karanlık ve rutubetli havasından bıkan ve tarih öncesinin o azman canavarlarının saldırılarına karşı kendini koruma imkanlarını kuvvetlendiren insanoğlu zamanla bu tehlikeli yaratıklarının nesli de tükenmeye yüz tutunca, kendisine yeni barınaklar arama ve yapma ihtiyacını duymuştu. İşte bu ihtiyaç sonucudur ki, yeryüzünün ilk mimarı ortaya çıktı ve kendisine ağaç kütüklerinden ilk kulübeyi yaptı. Onu örnek alan diğerleri de saz damlı ve kütük duvarlı bu kulübeyi taklit ettiler. İnsanoğlu kendisine ilk barınakları, vahşi yaratıkların saldırılarından korumak amacıyla göller ve durgun suların üzerinde ve dibe çakılı kazıkların üstüne inşa etmişti. Bu durgun suların üstünde barınma, toplu yaşama zorunluluğunu da vermişti. Dağınık yaşamaktan uzaklaşıp toplu hayata geliş şüphesiz ki, insanlık tarihinin en büyük çığırlarından biri olmuştu. İsviçre’nin göller bölgesindeki bir gölde yapılan araştırmalar sırasında sular altında kalan 100 bini aşkın kazık bulunmuştur ki; bu da, taş devri insanlarının ne denli büyük köyler meydana getirmiş olduklarını gösterir. 

Yüzyıllar ile birlikte insan barınakları da şekillerini değiştirmeye başladı. İnsanoğlu çeşitli ihtiyaçlarına cevap verecek evler yaparken ortaya bir mimari sanatı da çıkmış oldu. Milattan 5000 yıl kadar önce Mısırlılar, Nil Nehri kıyılarından elde ettikleri killi çamurları sıkıştırmak suretiyle meydana getirdikleri ilk tuğlalarla kendilerine meskenler kurdular. Bu meskenlerin üzerini de palmiye ağaçlarının gür yapraklı dallarıyla kapadılar. Daha sonraları da taşı yapılarına soktular. Muntazam bir şekilde yontulmuş iri taşlardan örülmüş duvarlar Mısır’da zengin kişilerin yapılarında göze çarpmaya başladı. Mısır mimarisi milattan 2700 yıl önce yapılan piramitler ile en üst zirveye ulaşmış oldu. Babil ve Asurlular ise evlerini dikdörtgen biçiminde, iki katlı ve düz damlı olarak inşa etmekle ortaya yeni bir mimari tarzı çıkardılar. Etrüsklüler de ilk kez killi topraktan yaptıkları çamurları güneşte kurutup bir nevi fırınlamak suretiyle tuğla halinde getirdiler ve evlerini bunlarla yaptılar. Milattan 700 yıl kadar önce mermer de en aranan bir unsur olarak mimari içine girdi. Mermerin girişiyle mimari, özellikle Ege’de bir güzel sanat havasına büründü. Bundan da Dorik, İyonyen ve Korent stilleri ortaya çıktı. Evlerin içine su getirmek, ocak yapmak ve kanalizasyon döşemekte ilk kez Ege’deki meskenlerde görüldü.

Romalıların meskenlere en büyük ve önemli katkıları ise, pencerelerine takılan camlar oldu. Orta çağ mimarisine genellikle şato tarzında yapılan binalar hakimdi. Ancak, Rönesans ile pekiştirilmiş yapı stili ortadan kalktı, binaların yüzlerine de büyük önem veren o devrin mimarları dış estetiği de ön planda tuttular. Bunu Gotik stiline dönüş izledi bazı ülkelerde. Sonra mimari daha basit bir şekle dönüş yaptı. İşlemeli dekorasyon ortadan kalkarken basit fakat her türlü konforu haiz, kullanışlı evler dünyayı kaplamaya başladı. Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında betonarmenin ortaya çıkışı ile insanoğlu meskenlerine daha başka bir veçhe verdi ve binalar daha ziyade yükseklere doğru tırmanmaya başladı. Ancak, insanoğlu her şeyden önce kendisine mesken olarak, daima yaşadığı çevreye göre en kullanışlı olanını tercih etti. Deprem kuşağının tam göbeğinde bulunan Japonya daha ziyade yer sarsıntısına dayanıklı hafif ahşap evler ülkesi oldu bu yüzden. Arabistan çöllerinde ise insanlar şiddetli sıcaklara göre kalın taş duvarlarla çevrili evleri tercih ederlerken bunları, güneş ışınlarını yansıtması için beyaza boyadılar. Afrika ormanlarında ilkel bir hayat yaşamakta olan siyah tenli yerliler saz ve samandan ördükleri kulübelerden bugüne dek vazgeçmediler. 

Cevap: Ev

Diğer Sorular ve Cevaplar

Related posts