On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Belçika’daki Lauvain şehri, ismi-cismi o çevrede oturanlardan ve Belçikalılardan başka kimse tarafından bilinmeyen mütevazi bir kasabaydı. Hatta denilebilir ki, belki de pek çok Belçikalı dahi kendi ülkelerinde böyle bir kasabanın varlığını bilmezlerdi bile. İşte o sıralarda bu mütevazi kasabada Minckelaers adında bir eczacı yaşardı. Eczacı Minckelaers’in en büyük zevki ve meşgalesi, boş vakitlerini eczanesinin arka tarafındaki laboratuvarında çalışmalar yaparak değerlendirmekti. Geceleri durmadan okur, tıp dünyasındaki yenilikleri izler, gündüzleri de laboratuvarında bunların ışığı altında çalışmalar yaparak yeni yeni bir takım şeyler bulmaya çalışırdı. Laboratuvardaki büyük sobada yanmakta olan maden kömürünün çıkardığı alev ve bunun soba içinde saçtığı mavimtrak sarı renkteki aydınlık, eczacı Minckelaers’in dikkatini çekmişti. Bu, onun için yeni bir çalışma ve araştırma vesilesi oldu, genç eczacı bu ışığın neden ve nasıl ileri geldiğini araştırmaya koyuldu.
Uzun araştırmalar ve denemelerden sonra eczacı Minckelaers, kapalı bir kabın içinde ısıttığı maden kömüründen çıkan çok kötü kokulu bir gaz ile mum ışığından çok daha keskin bir ışık elde ettiği zaman çocuklar gibi sevinmişti. Taş kömüründen çıkan o kötü kokulu gazla elde ettiği ışık, bütün laboratuvarı aydınlatmıştı adeta. Lauvainli eczacı Minckelaers’in, taş kömürü gazından elde ettiği bu yanıcı unsur kısa zamanda bütün Belçika’ya yayılmış ve ilim dünyasının da bundan haberi olmuştu kısa zamanda. Dünya bilginleri, eczacı Minckelaers’in bulduğu bu gazın üzerindeki incelemeleri derinleştirdiler. Aradan dokuz yıl geçmeden İngiliz Murdock, bu sistemi daha da geliştirirken, maden kömüründen elde edilen bu gazın tutuşmaktan başka özellikleri bulunduğunu da meydana çıkardı. Murdock, yaptığı incelemeler sonunda bu gazda büyük bir parlama ve patlama kuvveti bulunduğunu tespit etmişti. Hepsi bu kadarla bitmiyordu; İngiliz ilim adamı, bu gazda aynı zamanda öldürücü bir kuvvetin gizli bulunduğunu da ortaya çıkarmıştı.
Murdock’un maden kömürü gazı üzerindeki bu buluşlarından sonra, önceleri halkın nazarında büyük bir ”kurtarıcı” gözüyle görülmekte olan bu karanlıkları yenici gaz birden korku saçan ve etrafı dehşete veren hüviyete bürünüvermişti. Bu gaz yalnız halkı değil, bilginlerin bile gözlerini korkutmaya başlamıştı. O kadar ki, İngiliz bilgini Murdock dahi bu gazın özelliklerini tespit ettikten sonra, büyük bir deponun içinde topladığı gazın musluğunu açıp alevi dokunduracak cesareti kendisinde bulamamıştı. Laboratuvarına gelmiş bulunan diğer bilginler de bu konuda aşırı bir endişe göstererek onun cesaretini kırmışlardı doğrusunu söylemek gerekirse. Murdock’un laboratuvarında bu endişeli havanın hüküm sürdüğü bir sırada Clegg adında küçük bir çocuk masanın üzerinde yanmakta olan mumu kaptığı gibi deponun yanına gitmiş ve musluğu çevirmesiyle mumun alevini yaklaştırması bir olmuştu. Bilginlerin oradan adeta kaçarcasına uzaklaşırken ”Yapma.. yapma” diye bağırışmaları, musluğun uç kısmından yükselen bir alevin saçtığı keskin ışık ile yarıda kalmıştı.
Deponun içindeki maden kömürü gazı, musluktan alev halinde dışarı çıkıyordu. Depoda bir patlama hali görülmemişti. Ancak, ”ya birden bire patlayıverirse” endişesi yüzünden misafir bilginler bir süre odaya giremediler. Küçük Clegg’in gösterdiği büyük cesaret sayesinde dünya, kendisini karanlıklardan kurtaracak büyük bir buluşa ve güce sahip olmuştu. Bu olaydan sonra İngiliz ilim adamları bu konunun üzerine gerekli önemi vererek eğildiler ve bu sistem sayesinde sokaklarında ışıklandırabileceğini anladılar. Kurulan büyük bir fabrikadan elde edilen havagazı ile ilkin Londra’nın bir caddesinin aydınlatılması denendi.