Dünyamızda gecelerin yağ kandilleri ile aydınlandığı devirlerde insanlar ışık saçan esas maddelerin yağ ile fitil olduğunu ve bunları içinde bulunduran kapların ise ışık vermediğini görmüşlerdi. İşte bu nedenledir ki, yağ ve fitilden, kapsız olarak faydalanılmanın yolunu aradılar. Önce iç yağının büyük bir donma kabiliyetine sahip bulunduğu akıllarına geldi. İç yağlarını erittiler, bunların içine fitiller daldırılıp dondurdular. Kalıp halinde dondurulmuş ve içlerinde fitil bulunan bir yağ elde edilmiş oldu. Fitile alev yaklaştırdıkları zaman yanmaya başladığını ve iç yağını eriterek aşağılara kadar yavaş yavaş yanarak indiğini sevinç içinde izlediler. Böylelikle ”Mum” doğmuş oldu.
Sonra kalıplar yaptılar ve erittikleri iç yağını bu kalıplara döktükten sonra fitilleri daldırdılar ve donmaya bıraktılar. Ortaya bugünkü mumlara pek benzeyen, ancak fitil yönünden bugünkülere kıyasla pek kötü olan mumlar çıkmış oldu. Bu silindir biçimindeki mumlar, eskilerden çok daha kullanışlı idi. Ancak fitil yanarken eriyen iç yağından gayet kötü bir koku yükselmekteydi. Bu yüzden böylesine, rahatsızlık verici bir kokusu bulunmayan yeni yağlar aramaya koyuldular. Çinliler iç yağından yaptıkları mumu, vakit olarak da kullanmayı akıl etmişlerdi. Mumların üzerine belirli aralıklarla çakılan çivilerin eriyen yağlarla birlikte düşmesinden vakit ayarlayan Çinliler, mumu bir saat olarak da kullanmışlardı. Çinlilerin bu orijinal buluşu zamanla Avrupa’ya da uzamıştı. İmparator Charles-Quint, sarayının nöbet kulesine siyah çizgilerle 24 eşit bölüme ayrılmış dev mumlar diktirirdi. Eriyen mumun gösterdiği zaman, saat başı İmparatora haber verilirdi.