Hazreti İsa’nın doğumundan 235 yıl sonra, Asya’nın güney-doğusunda yaşayan sarı benizli, çekik gözlü ufak tefek adamlar, o uçsuz bucaksız ülkelerinin bir köşesinde yeşil renkte bir taş bulmuşlardı. Bu, uzaktan bakıldığı zaman paslanmış bir demiri andıran kaya parçaları, madeni cisimleri kendine doğru çekmekte ve onları adeta sihirli bir tutkalla üzerlerine yapıştırmakta idi. Sarı benizli, çekik gözlü ufak tefek insanlar önceleri buna bir şeytan taşı gözü ile bakmışlardı, Sonra bu taşın taşıdığı büyük esrarı çözmek için parçalarını sıvayıp araştırmalara başladılar. Üzerinde uzun uzun incelemeler yaptılar, bu taşı pek çok deneylerde kullandılar. Bu taşları iğneyi andıran minicik parçalara böldüler ve bunları hareketlerinde serbest bıraktıkları zaman hep belirli bir yöne doğru döndüklerini gördüler. Bu belirli yön kuzeyi işaret etmekteydi. Küçük bir araba yaptılar ve üzerine bir insan heykelciği oturttular. Heykelin kolunu bu taştan yaptılar. Araba ne yana çekilirse çekilsin, üzerindeki heykelciğin kolu hep kuzeyi göstermekteydi.
Belki de enteresan bir oyuncak olması düşüncesiyle yapılan bu arabalı heykelcikler dünyanın tanıdığı ilk pusulalar oldu. Çinliler bu arabalara ”Mıknatıs arabası” adını vermişlerdi. Milattan 250 yıl sonra bu arabacıklar Çin’de en büyük ilgi toplayan biblolar olmuştu. Çinliler yalnız bu ”Mıknatıs arabası” ile iktifa etmediler; bu iğneleri bir kadranın üzerine koydular ve kadrana çeşitli yön işaretlerini de çizdiler. Böylelikle hakiki değerine ve hüviyetine en yakın pusulalar ortaya çıkmış oldu. 8. yüzyılın başlarında Araplar, Çinlilerden bu mıknatıs iğnelerini görüp öğrendiler ve ülkelerine getirip kullanmaya başladılar. Nihayet 1269 yılında Peregrinus adındaki bir İtalyan gezgini Arabistan’da bulunduğu sıralarda yön gösteren bu harika aleti gördü ve onun gördüğü büyük hizmeti yine Araplardan öğrendi. Peregrinus memleketine döndükten sonra yazdığı eserle pusulayı Avrupalılara tanıttı ilk kez. Ancak ne var ki, 13. yüzyılda tanınan pusulanın benimsenmesi 15. yüzyılın başlarında olabilmişti ve pusulanın benimsenmesiyle açık denizlerin Avrupalı denizcilere açılması bir oldu. Böylelikle 15. yüzyıl Avrupalılar tarafından bir ”Keşif Çağı” haline getirildi.