Elektromanyetik dalgalar veya parçacıklar biçimindeki enerji yayımı

Maria Sklodowska adında Polonyalı bir genç kız, siyasi bir takım eylemlere karıştığı için polisin elinden kurtulmanın yolunu Varşova’dan kaçmakta bulmuş ve soluğu Paris’te almıştı. Karıştığı siyasi olaylardan kendisine bir fayda gelmeyeceğini anlayan Polonyalı genç kız, Paris’te yaşantısına yeni bir yön vermiş ve okumanın en doğru yol olduğunu anlamıştı. Maria, Polonyalı bir Profesörün kızıydı, oda babasının ilim yolunu tercih ederek Paris Fen Fakültesine yazıldı. Arık derslerinden ve ilimden başka hiçbir şey düşünmemeye kararlıydı. Paris’in en fakir semtinde, harap bir evin çatı katında, oda tutarak oraya yerleşti. Tahsiline devam edebilmek, bu odanın kirasını ödeyebilmek ve geçimini sağlayabilmek için fakültenin laboratuvarında temizlik işleri yapıyordu. Bu işten aldığı para ile kıt kanaat geçinmesine rağmen halinden asla şikayetçi değildi. Olanca gücü ile derslerine çalışıyordu. Maria Sklodowska, bu şekilde iki yıl geçirdi. Bu arada aynı laboratuvarda çalışmakta olan Pierre Curie ile tanıştı. Pierre de kendisini tamamen ilme vermiş bir insandı ve laboratuvarda fiziko-elektrik çalışmaları yapıyordu. İki genç birbirlerine ilim yolu ile bağlandılar, sonra gönülleri arasında bir bağlantı kurdular. Nihayet 1895 yılında evlendiler. 

O sıralarda Alman fizikçisi Conrad Röntgen, neden ileri geldiğini bilmediğinden (x) adını verdiği ışınları bulmuştu. Bu ışınlar, elektromanyetik ışık dalgalarından çok daha kısa olduğu için göze görünmüyordu. Fakat, buna karşı gözün göremediği şeyleri görebilme hassasına sahipti. En kalın ve hiç ışık geçirmeyen cisimlerden bile rahatlıkla geçebilen bir ışındı bu. Büyük Alman bilgini Röntgen, neden ileri geldiğini bulamadığı bu ışınlara, meçhul anlamına gelen (x) harfini kullanarak ”x ışınları” adını vermişti, fakat ilim ve fen dünyası ile insanlık, tıpta pek büyük bir merhale teşkil eden ve insan vücudu içindeki hasta kısımları açıklıkla gösteren bu ışınlara, bulucusunun adını vererek ”Röntgen” demişti. İşte bu keşiften bir yıl sonra, Fransız fizik alimlerinden Beequerel, laboratuvarda çalışırken, masasında fotoğraf camlarının üzerine bıraktığı uranyum tuzunun bu camları etkilediğini görmüş ve bunun da röntgen gibi ışınlar yaydığına bu tesadüfün yardımı ile şahit olmuştu. Profesör Becquerel, laboratuvar arkadaşları olan Marie ve Pierre Curie çiftinin bu yoldaki ısrarlı çalışmalarını bildiği için bu konuyu kendilerine açmış ve uranyum tuzunun fotoğraf camı üzerindeki etkisini göstermişti. Becquerel’in büyük bir tesadüf eseri olarak bulduğu bu konu, Curie çiftinin düşüncelerini doğrulamıştı. Gecelerini gündüzlerine katarak çalışmakta olan bu karı-koca, keşfedilecek radyoaktif elemanlar sayesinde insanlığın pek çok alanda faydalanacağı ve bu elemanlarla bir çok hastalığın tedavisinin de mümkün olacağına inanıyorlardı.

Üç yıl süren yorucu çalışmalar sonunda ”Pitchhblende” adlı maddenin elemanlarını ayırmayı başardılar. Bu, bulunan ilk radyoaktif elemandı. Bu elemana, Madam Curie’nin ana vatanının adından dolayı ”Polonium” adını verdiler. Curie çifti 10 binden fazla deneyden sonra ve Polonium’u buluşlarını izleyen iki ayın içinde Radyum’u, uranyum’dan ayırmasını başardılar. Böylelikle en kuvvetli radyoaktivitesi olan elemanı elde etmeye muvaffak oldular. Radyum adını verdikleri bu eleman fizik ve kimya alanlarında insanlığa pek büyük bir hizmet getirdi. Özellikle tıpta bir ”kurtarıcı” gözüyle bakılmaya başlandı. Bu ışınların bazı cilt hastalıkları ile yaraları iyileştirdiği de önemli rol oynadığı anlaşıldı. Madam Marie Curie 1934 yılında hayata gözlerini yumdu. 

Cevap: Radyoaktivite

Diğer Sorular ve Cevaplar

Related posts