Seri halinde ”harika buluşlar” imal eden korkunç bir makine gibi keskin bir zeka ve buluş kabiliyetine sahip olan Thomas Edison, 1889 yılında şerit halinde fotoğraf filminin ortaya çıkmasından faydalanarak belirli bir hareketin seri halinde resimlerini çekmişti. Sonra içinde ışık yanan ve üzerinde bir mercek bulunan bir kutu yaptı Thomas Edison ve ışık ile mercek arasındaki özel bir aralıktan bu filmi yavaş yavaş geçirmeye başladı. Filmi eliyle çekmek suretiyle kutunun bir yanından öteki yanına geçirirken kendisi de mercekten bakıyordu. Birdenbire dudaklarından tatlı bir tebessümün belirdiği görüldü. Yanında bulunan yardımcıları onun dudaklarında beliren bu tatlı tebessümün taşıdığı anlamı çok iyi bilirlerdi. Bugüne dek, pek çok icatları olmuş ve her yeni buluşunda dudaklarında aynı tebessüm belirmişti. Koca bilgin üzerine eğilip baktığı mercekten başını kaldırdıktan sonra ”Gelin, bakın bakalım neler göreceksiniz” diye söylendi. Fotoğraf filminin üzerindeki, belirli bir hareketin çeşitli anlarını tespit eden resimlerin birbirinin peşinden geçerken, fotoğraflar adeta canlanmış gibi harekete başlamıştı merceğin altında. Thomas Edison, insanlık hizmetindeki çeşitli harika buluşlarına bir yenisini daha ilave etmiş oluyordu.
Resimlere hareket verme yolundaki ilk çalışma, Edison’dan elli altı yıl öncesine aitti. Elle yapılmış bir takım resimleri belirli aralıklarla bir çarkın üzerine dizip bu çarkı çevirerek bir delikten bakmak suretiyle onları hareket ediyormuş gibi görmek esasından en ilkel şekil olan ”Zoetrop” doğmuştu (1833). Aradan 30 yıl geçtikten sonra bu sistem biraz daha geliştirilmiş, bundan da Yunancada ”hareket” anlamına gelen ”Kinema” kelimesinden yararlanılarak ”Kinematoskop” adı verilmişti. En sonunda 1870 yılında meydana getirilen bu yoldaki çalışmaların en sonuncusundan ise ”Fasmatrop” ortaya çıkmıştı. Ancak, bunların hepsinde elle yapılmış bir takım resimler ve gözün bakacağı bir delik esası hakimdi. Bugün sinema adıyla andığımız harika buluşun ilk şeklin ortaya çıkaran kişi Thomas Edison olmuştu. Fotoğrf filmine çekilmiş resimlere hareket veren Edison ortaya koyduğu bu büyük eserine ”Kinetoskop” adını verdi. Ancak ne var ki ”Kinetoskop” yukarıdan gözün merceğe uydurularak bakılmasıyla seyredilebildiği için pek pratik bir şey değildi. Aradan altı yıl geçmeden Fransa’nın Lyon şehrinde oturan iki kardeş, Edison’un ”Kinetoskop”undaki bu mahzuru ortadan kaldırmayı başardılar. Daha kuvvetli bir ışık sisteminin yardımı ile filmin üzerindeki hareketleri mercekten duvar üzerine yansıttılar.
Böylelikle aynı anda pek çok kişi makineden geçirilen filmler üzerindeki hareketin görüntüsünü seyredebiliyordu. Lyonlu Lumiere Kardeşler bu büyük buluşlarına ”Sinematograf” adını verdiler. Lumiere Kardeşler, bu büyük buluşlarının yanında pratik ve ticari zekalarını da kullanmışlar ve bir sinematografi salonu açmışlardı. İlk günlerde Lyon’daki bu 120 kişilik salona yirmi-otuz kişi zor gelirken birkaç gün içinde bu ”harika temaşa” bütün Lyon’a yayılmış, hatta civar şehirlerden bile gelenler sinematograf salonu önünde kuyruğa girmeye başlamışlardı. Vakıa sinema Fransa’da doğmuştu ama bunu endüstri haline getirenler, ilk esasın sahibi Edison’un hemşehrileri Amerikalılar oldu. Edison, ilk esasını koyduğu ve Lumiere Kardeşlerin geliştirdiği bu icadının, kazandığı dünya çapında zafer karşısında şüphesiz ki pek mutluydu. Ancak, onun büyük yaratıcı gücü bununla yetinemezdi. Yine kendi dahiyane bir buluşu olan ”fonograf” ile ”sinematograf”ı birleştiren bir sistem ortaya çıkararak böylelikle perdedeki görüntüleri seslendirmeye çalıştı.
Pratik olmasa bile Thomas Edison, yepyeni bir merhalenin kapılarını açmıştı. Onun açtığı yoldan yürüyen diğer ilim adamları zafere ulaşmasını bildiler. Zamanla bu sistem de büyük gelişmelere uğradı. 1923 yılında Voigt, onu takiben de Masolle ile Engel, ses dalgalarının ışık yardımıyla filmin kenarına tespit eden ve yine ışık yardımı ile hoparlörden ses halinde akseden bu sistemi geliştirerek sesli sinemayı meydana getirdiler. 1928 yılında ilk sesli film olan ”Caz Şarkıcısı” ortaya çıktı. Fakat insanlar bununla da yetinmeyeceklerdi. 1930 yılından sonra bu kez filmleri renklendirmek çabasına girişildi. Bunun şerefi de 1933 yılında Amerikalı W.B. Westcott’un oldu.