Yıkanmak ve temizlenmek ihtiyacını duyan ilk insanlar bunun ancak suyun sayesinde mümkün olabileceğini anlamakta güçlük çekmemişlerdi. Biraz da içgüdüleri onları suya doğru itmişti. Derelerden, ırmaklardan, nehirlerden akıp giden, göllerde dev bir çarşaf gibi önlerinde alabildiğine uzanan su, ilk insanların yalnız susuzluklarını gidermekle kalmamış, onları yaz mevsiminin sıcak aylarında serinletici en önemli bir unsur da olmuştu. Zamanla insanlar suyun temizlik konusunda sadece en önemli bir vasıta olduğunu fark etmekte gecikmediler. Daha iyi ve daha kolay temizlik sağlayacak ve kirleri rahat akıtacak bir madde arayıp bulmak ihtiyacını duydular. Bu yoldaki çalışmalar ve araştırmalarda ilk önce kirecin sahip olduğu temizleme hassası meydana çıkarıldı. Kireçli toprakla yıkanan insanlar kirlerinden çok daha iyi arındıklarını fark ettiler. Fakat bu temizlik sırasında kirecin, vücutları üzerinde yanma ve tahribat yaptığını da gördüler. Bunu bir yana bırakıp daha başka topraklarda bu temizleme hassasının bulunup bulunmadığını araştırmaya koyuldular.
Çok geçmeden killi toprağın büyük bir temizleme gücüne sahip olduğunu anladılar. Bu yağlı çamur, kirleri gayet kolaylıkla akıtıyordu. Kil çamuru, yüzyıllar boyunca yıkanmak ve yıkamak ihtiyacını duyan insanoğluna suyun yanındaki en büyük yardımcı oldu. Aradan geçen yüzyıllar içinde killi toprağın yanına odun külünü de eklediler. Suya karıştırdıkları odun külü de yıkama ve yıkanma işlerinde en büyük bir temizleyici olarak insanlara hizmet etmişti. Temizliğe pek büyük bir önem ve değer veren Romalılar temizleme hassasına sahip yeni yeni vasıtalar ararlarken insan idrarının büyük bir temizleme gücüne sahip bulunduğunu fark etmişlerdi. O zamanlar amonyağın mevcudiyetinden dahi haberdar olmayan insan, idrarında amonyak bileşiminin varlığından da habersiz olacakları şüphesizdi. Fakat terkip ne olursa olsun, idrar en büyük bir temizleyici olarak kabul edilmişti eski Romalılar tarafından. Evlerde idrar biriktirildiği gibi, çamaşırcılar da kapı kapı dolaşıp idrar toplayabilmeleri için özel bir imtiyaz tanınmıştı. İdrar dolu leğen ve havuzlara batırılıp orada bir süre bırakılan çamaşırların daha sonra sıcak suyla yıkandığı zaman çok daha iyi temizlenmiş olduğu görülüyordu. Fakat şurasına hemen işaret etmek gerekir ki, eski Romalılar idrarı yalnız çamaşır yıkama işlerinde kullanmışlar, vücut temizliğinde bundan istifadesini düşünmemişlerdir.
İnsanlar yüzyıllar boyu temizlik işlerinde kah killi toprak, kah küllü su, kah idrar kullanmakla yetinmek zorunda kaldılar. Bu arada çamaşırları tokmaklarla döverek kirlerini akıtmayı da denediler. Bu usul günümüze dek bir çok köylerde elan tatbik edile gelmektedir. Bir takım yağların dondurulmasıyla bugün ”sabun” adını verdiğimiz maddenin ilk ağababası Milattan sonra 4. yüzyılda ortaya çıktı. Bu dondurulmuş yağ ile gayet ince elenmiş kil çamurunun bileşimi olan sabunlar pek büyük bir değer taşıdığı cihetle önceleri yalnız saçları yıkamakta kullanılabiliyordu. Bu yolda yapılan himaye ve teşvikler ile sabunculuk alanında pek büyük bir gelişme oldu. 9. yüzyılın başlarında Marsilya’da Avrupa’nın en büyük sabun endüstri merkezi kuruldu. Bunu, 14. yüzyılın başlarında Venedik’te kurulan bir diğer merkez takip etti. Bu arada zeytinyağı da sabun imalatında en önemli bir unsur haline gelmişti. 19. yüzyıldan sonra sabunların içine katılan esanslar ile ”Mis sabunu” diye andığımız banyo sabunları ortaya çıkmaya başladı.