Denizlerin yelken ve kürekle aşıldığı devirlerde mil’ler sanki çok daha uzunmuş gibi yollar bitip tükenmek bilmezdi adeta. Teknelerin haftalarca, hatta aylarca kara yüzü görmeden yol aldıkları olurdu. O tarihlerde insanoğlu henüz ne buzdolabını tanınmıştı, ne de konserveyi. Bu yüzden gemilerin erzak deposunda sadece kuru yiyecekler ve salamuralar yer alırdı. Kuru fasulye, nohut, mısır, peynir, tuzlanmış et ve salamura balıktan ibaretti bütün kumanya. Ekmek yerine de peksimet bulunurdu depolarda. Açık denizlerde haftalar ve aylar geçtikçe, o arslan yapılı gemiciler de hastalık derecesine varan bir bitkinlik baş gösterirdi. Önceleri bu bitkinliğin belki de açlıktan ileri geldiği kanaati uyandığından kumanya arttırılmış, fakat yine de bir olumlu sonuç elde edilememişti. Daha sonraları, bu hastalığın yalnız bitkinlik değil, daha başka arazda meydana getirdiği tespit edildi. Burun kanamaları, diş etlerinin çekilip dişlerin dökülmesi ve bağırsakların muntazam çalışmaması bunların arasındaydı.
Halsizlik ile başlayan, burun kanamaları ve diş dökülmesi ile devam eden bu hastalık zaman ilerledikçe ölümlere sebep olmaya da başlamıştı. Tıp adamları denizcilerin sağlığını tehdit eden bu esrarengiz hastalığın nedenlerini araştırmaya koyuldular. Ancak ”Skorpit” adını verdikleri bu hastalığın neden ileri geldiğini bütün araştırmalarına rağmen bir türlü tespit edemediler. İngiliz bandırasını taşıyan gemilerde bol miktarda limon bulundurulmaya başlamasından sonradır ki İngiliz gemicilerine skorpit hastalığının birdenbire yok denilecek ölçüde azaldığı görüldü. Skorpit hastalığının esrarı limon ile portakalda bulunduğu aşikar olan büyük cevhere bağlanmıştı artık. Tıp ve ilim adamları bu konunun üzerine önemle eğilip çalışmalara koyuldular. 1912 yılında Polonyalı bilgin Casimir Funk bu cevherin hayati bir önem taşıdığını ve ”Amin” adı verilen azot ile hidrojen birleşimi maddelerden meydana geldiğini ileri sürdü.
Casmir Funk, bu birleşimin adı olan ”Amin” kelimesinin başında ”hayat” anlamına gelen latince ”Vita” kelimesini koyarak VİTAMİN ismini ortaya çıkardı ve bulduğu bu öz maddeye VİTAMİN adını verdi. Tıp ve ilim adamlarının bu yolda yaptıkları ilmi çalışmalar sonunda her ne kadar bu cehverin ”Amin” adını taşıyan azot ile hidrojen birleşimi madde ile bir ilgisinin bulunmadığı anlaşıldı ise de Polonyalı büyük bilgin Casimir Funk’un bu cevhere koyduğu VİTAMİN adı değiştirilmedi. Bütün ilim dünyası bunun yine VİTAMİN olarak kabul etti. 1912 yılından bu yana yapılan devamlı ilmi çalışmalar VİTAMİN’in insan için en yararlı ve en lüzumlu bir madde olduğu gerçeğini ortaya koydu ve bu cevherin insanlığın en vazgeçilmez bir parçası bulunduğu üzerinde tıp ve ilim dünyası tam bir fikir birliğine vardı. Bugüne kadar bulunan 20’den fazla vitamin çeşidi beş ayrı grupta toplanmaktadır.
![](http://bulmacameraklisi.com/wp-content/uploads/2020/06/Vücudumuz-için-gerekli-olan-ve-vücudumuzdaki-katalizör-görevli-en-basit-organik-madde.jpg)