Çok uzun bir süredir halkın arasında inanılarak gerçekmiş gibi anlatılan hayal gücüne dayalı olağanüstü öykülere “Efsane” denir. Her toplumda bu özellikleri içeren birçok öyküye şahitlik yapabilirsiniz. Ancak bu efsanelerin ortak özellikleri gerçeklikten uzak yani olağanüstü olması ve çok eski dönemlerden beri kimin anlattığı belli olmadan günümüze kadar gelmiş olmasıdır. “Efsane ” sözcüğü Farsçadan dilimize geçmiştir. Osmanlı döneminde bu kavram “kıssa”, “hikâyet”, “rivayet” gibi kelimelerle karşılanmıştır. Günümüzde bu anlatılar aynı zamanda “Söylence” olarak da bilinmektedir. Bunun yanında günümüzde bazı kaynaklarda şu sözcüklerle de karşımıza çıkabilmektedir: menkıbe, esatir, rivayet… Efsaneler daha çok bir şahsı, mekanı ya da bir olayı anlatmaktadır. Bir yeri anlatan efsaneler sonrasında o mekan kutsal bir özellik kazanmıştır. Kutsal olarak görülen bu yerler hakkında halk bu efsaneleri sahiplenip güçlü bir şekilde yaymıştır. Bunun sonrasında kutsal olarak görülen yer bölge hem halk tarafından korunmuş hem de söz konusu kutsal mekan turizm açısından önemli bir değer olmuştur. Bir kişiyi anlatan efsaneler sonrasında söz konusu kişi halk tarafından unutulmaz kılınmış olunur. Diğer tarihi şahsiyetlerden farklı olarak o şahıs kutsiyet kazanmış olur.
Araştırmacılar ilk dönemlerde çıkan ve insanların büyük bir oranda inandığı mitlerin yerini zamanla efsanelerin aldığını söylemektedir. Daha çok inanış konularını işleyen efsanelerde anlatılan olayların gerçekliğine anlatan da dinleyen de inanmaktadır. Anlatı sırasında herhangi bir sınır ve kural bulunmamakla birlikte günlük konuşma dilinden yararlanılır. Efsanelerin toplumsal işlevleri bulunmaktadır. İnanışlar üzerinden etkili olduğu için toplum geleneklerinin korunmasında ve idealize edilen toplumsal özelliklerin sağlanmasında önemli bir unsurdur. Bu konularda ortaya çıkan efsaneler çağlar boyunca etkisini kolay bir şekilde devam ettirir. Ayrıca açıklanamayan olaylara çözüm getirmesi, örnekler vermesi, nasihat vermesi, toplum kurallarına katkı sağlaması gibi toplumsal işlevleri de vardır.
Peki efsaneler nasıl doğmuştur? Aklın ve bilimin henüz gelişmemiş olduğu dönemlerde insanlar doğadaki birçok olayı anlamaya çalışır. Ancak o dönemin şartlarıyla olayların açıklığa kavuşması pek mümkün olmadığından insanlar bu olaylara kendi bakış açılarıyla olağanüstülük ekleyerek bakmaya çalışır. Tüm bu çabaların sonrasında bu öyküler ortaya çıkar ve gerçekmiş gibi yüzyıllar boyunca anlatılmaya – yayılmaya devam eder. Efsanelerin doğuş zamanları oldukça eskiye dayanır. Yakın bir tarihte değil henüz yazının icat edilmediği dönemlere kadar gitmektedir tarihi. Bu dönemde sözlü olarak doğmuş ve yüzlerce yıl ağızdan ağıza anlatılarak varlığını devam ettirmiştir. Yazının icat edilmesinden sonra ise bazı araştırmacılar tarafından derlenip kitap haline getirilmiş olabilirler. Sözlü anlatımda günlük konuşma dili söz konusuyken yazılı anlatımda ise anlatım sanatsal bir kaygı sonucu günlük konuşma dilinden sıyrılıp anlaşılması zor bir hale gelebilir.