Her milletin kendine has renk ve işaretlerini taşıyan veya bir askeri birliğin şerefini temsil eden kenarı saçaklı, ölçüleri belirli bayrak. Gemilerin burun doğrultusunda sağ tarafına da sancak adı verilir. Araplar, sancak ve bayrak tabirlerine karşılık “Liva” ve “Rayet” kullanırlar. Genelde sancak tabiri yerine bayrak da kullanılır (Bkz. Bayrak). Peygamberimiz ilk defa Bedr Savaşında biri beyaz, ikisi siyah sancak kullanmışlardı. Beyaz sancak sahabenin ileri gelenlerinden Mus’ab ibni Umeyr’e (radıyallahü anh); siyah sancaklardan biri hazret-i Ali’ye, diğeri Ensar’dan bir zata Peygamberimiz tarafından verilmişti. İslamiyet, Şam, Mısır ve İran’a yayılınca, kullanılan sancakların renk ve şekilleri de değişti. Sancaklar bundan sonra altı-yedi metre uzunluğundaki mızrakların ucuna takılmaya başlandı. Bu kadar büyük yapılmasının sebebi halk ve asker üzerinde manevi bir tesir yapması içindi. İlk önceleri beyaz ve siyah olarak kullanılan sancak, Emevilerde kırmızı, Abbasilerde siyahtı. İslamiyetin ilk zamanlarında harbe giden ordu kumandanına halifeler sancak verir ve başarıları için dua ederlerdi. Hazret-i Ömer sancak teslim ettiği zaman: “Allahü tealanın ismiyle ve yardımını niyaz ederek bu sancağı size veriyorum. O’nun dinini kuvvetlendirmek için gidiniz. Muzafferiyet ancak cenab-ı Hak’tandır. Sancak hakkı ise ona bağlanmak sabır ve tahammül göstermekle olur. Allah’ı tanımayanlar ile Allah uğrunda harp ediniz. Zulüm ve tecavüzde bulunmayınız. Zira, cenab-ı Hak, zulüm ve tecavüzde bulunanları sevmez. Düşmanla karşı karşıya geldiğiniz zaman, korkak olmayınız. Zafer sevinciyle kimseyi işkenceyle öldürmeyiniz. Galibiyet gururuyla düşmana lüzumsuz zarar verdirmeyiniz. İhtiyarlardan, kadınlardan, çocuklardan kimseyi öldürmeyiniz.” buyurdu.
Osman Gazi aşiret beyi olarak Rumlar üzerine yaptığı gazalarda başarı gösterince, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Sultan Alaeddin tarafından davul, tuğ ve sancak gönderilmek suretiyle beylik verilmişti. Osmanlılar, devlet kurup, yedi iklim üç kıtada hakimiyet kazanınca, sancak ve bayraklarını kazandıkları zaferlerde şanla dalgalandırdılar. Sancak beyliği verildiği zaman, eskiden beri merasim yapılması ve burada sancağın verilmesi adet haline gelmişti. Bilhassa tarihi bir yadigar olan “sancak-ı şerif” çıkarılırken ve savaşa gidecek serdar-ı ekreme teslim edilirken parlak bir merasim yapılırdı. Osmanlı tebeasında, bu sancak-ı şerif açıldığı zaman yediden yetmişe herkesin bunun altında toplanarak cihada gitmesi birinci vazifesi olurdu. Hatta Topkapı Sarayının arz odası önüne dikilen sancağın dikildiği yere kimsenin ayak basmaması ve bu suretle hürmetsizlik gösterilmemesi için iki nöbetçi tarafından korunurdu. Fakat İttihatçılar zamanında nöbetçiler kaldırıldı. Osmanlılarda değişik tip ve şekillerde sancaklar kullanıldıktan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerinde sancak, alay ve eşidi birliğe verilmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin timsali olan bu sancak, şerefle korunur, hiçbir sebep ve bahaneyle terk edilemez. Cumhurbaşkanı veya onun tayin edeceği büyük komutan tarafından özel bir merasimle verilen sancaklara o alayın numarası veya isimleri yazılır. Verilen sancak, alay komutanının odasında muhafaza edilir; geçit törenlerinde, sancağa madalya takılmasında ve askeri merasim ve protokol talimatında belirtilen merasimlerde açılır. Sancağın alınıp, merasimden sonra yerine konması özel bir merasimle olur. Savaşlarda alay komutanının muharebe idare yerinde kılıfı içinde bulunur. Ecdat hatırası mukaddes emanet olan sancak, askerin manevi kuvvetlerini arttırmak için, lüzumlu görülen yerlerde alay komutanı tarafından açtırılır. Sancak açılmışken herkes tarafından gurur ve tazimle selamlanır. Sancağın bulunduğu alayın komutanları değiştiğinde devir-teslim töreninde sancak açılır. Vatan sevgisinin tazelendiği, heyecanlanan göğüslerde sönmeyen inancın kuvvetlendiği, şehit olma arzusunun çoğaldığı böyle günlerde sancak, hürriyetin meşalesi olarak dalgalanır.
