Derviş tasavvuf tabirlerinden. Bütün İslam dillerine Farsçadan geçmiştir. Lügatta “kapı kapı dolaşan” ve “fakir” manalarına gelen bu kelime Arapçaya da aynı şekliyle geçmiş ve Arap dili grameri kaidelerine göre “deraviş” şeklinde çoğulu yapılmıştır. Tasavvuf terminolojisinde ve İslam edebiyatında ise “Dünya sevgisini ve masivayı, yani Allahü tealadan başka her şeyi gönlünden çıkarıp, İslamiyete tam uyarak, gönlünü yalnız Allahü tealaya bağlayan; güzel huylarla süslenmiş kimse” manasına kullanılmıştır. Derviş kelimesinin bir manası da, “kapı eşiği” olup, derviş olanın kapı eşiği gibi mütevazi ve her eziyete katlanıcı olması lazım geldiğini ima etmektedir. Bu sebeple “Dervişler kapılardan çıkarken eşiğe basmazlardı.” denilmiştir. Mütevazi, arif, kanaatkar, güzel ahlak edinmiş, dünyanın varına yoğuna aldırış etmeyen Müslümanlara da bir tarikat mensubu olmasa bile “derviş meşreb” denilir. Farsçada “derviş-i sultan dil” tabiri Peygamber efendimize işaret eder. Sultan, gönüllü fakir demektir. Peygamberimizin serveti olmadığı halde fevkalade ihsanlarını, kalb zenginliğini, herkese olan cömertliğini ifade için söylenir. Derviş kelimesine İslam tarihinde 9 ve 10. asırlardan itibaren rastlanır. Bu yüzyıllar, büyük İslam alimi ve velilerinin talebelerinin, kendilerini hocalarının adına nisbet edilen lakaplarla (isimlerle) yad edilerek (anılarak) İslam tarikatlarının mensubu olarak anılmalarının ilk defa ortaya çıkış devridir. Böylece asr-ı saadetten (İslamın ilk asrından) itibaren ilim ve ahlak olarak mevcut bir halde yaşanmakta olan tasavvuf, özde aynı, isimleri farklı çeşitli tarikatlar halinde görülmeye başlamış, derviş de bu tarikatlara mensup kimselerin ortak adı olmuştur.
Dervişlik, bir gönül işidir. Derviş olmak için özel bir kılık kıyafet şartı yoktur. Gönlünü Allah sevgisiyle dolduran ve her türlü faaliyetini, işini bu sevginin icablarına uygun yapan, İslam büyüklerini seven, onların terbiyesini kabul eden herkes derviş olabilir. Bu halini başkalarına bildirmesine gerek yoktur. Sözünde sadık (doğru) bir derviş, daima Allahü tealanın büyüklüğünü, O’na karşı kulluğunu, küçüklüğünü düşünür. Kalbi kırık olarak hep O’na yalvarır. Yalnız O’na sığınır, yalnız O’ndan yardım bekler ve kulluk vazifelerini tam olarak yapar. Bu da İslamiyete tam uymakla olur. Kulluk vazifelerini yapmak demek; İslam dininin emir ve yasaklarına tam uymak, her zaman Allahü tealanın rızasına uygun olarak iş yapmak demektir. Yoksa, İslam dininin açıkça ve kesinlikle yasakladığı bazı işleri yapmak dervişlik olmaz. Böyleleri, tarihte de görüldüğü gibi, kendilerine derviş ismini takıp dervişlikle alakası olmayan, bozuk bir yolda bulunan kimselerdir. Dervişler, işsiz güçsüz, miskin, tenbel, cemiyete yük olan kimseler değildir. Her biri seneler boyu hocalarının hizmetinde bulunarak beden ve ruha ait çeşitli ilimleri tahsil etmiş, kuvvetli bir iman, idrak ve ahlak olgunluğuna ermiş, dış görünüşleri sade, mütevazi (alçak gönüllü), aza kanaat eden, herkese iyilik ve yardım için çırpınan, hoşgörülü, cefakar, fedakar, çoğu bir meslek ve sanat sahibi, fazilet timsali (örneği) kimselerdir. Gerektiğinde İslam ordularıyla birlikte harplere iştirak eder, en ön safta kendilerinden geçmiş bir halde, aşk ve vecd (coşkunluk) içinde savaşır, kahramanlık nümuneleri gösterirlerdi. Böyleleri derviş gazi ismiyle anılagelmiştir. Bilhassa Anadolu’nun fethi asırlarında, çoğu Horasan’dan kalkıp gelen “derviş gazilerin” büyük hizmetleri görülmüştür. Bunlar, Anadolu’nun çeşitli köy ve kasabalarına bazan tek başlarına gelip yerleşerek güzel ahlaklarıyla gönüller fethetmiş, yerli halkın İslamiyeti kabul edip Müslümanlaşmasında rol oynamış, Moğol istilası, Haçlı Seferleri sırasında da zulüm, haksızlık, türlü cefa ve eziyete uğrayan insanların bitkin, bezgin ve yaralı gönüllerine birer sığınak olup, halleri vaaz ve nasihatleri ile cemiyeti diri tutmuş, kendilerini sevenleri İslam ahlakının yüceliklerine eriştirmişlerdir. Dervişler, bu halleriyle herbiri “Harpte kahraman, sulhta üstad” olan Eshab-ı kiramın (Peygamber efendimizin mübarek arkadaşlarının) yolundan yürümüş mübarek insanlardır. Bugün Anadolu’nun hemen her köşesinde bu yüksek insanlara ait türbe ve dergahlara rastlanır. Birçok köy, kasaba, mahalle onların ismini almıştır. Dervişlerin pekçoğunun isimleri unutulmuş, bazıları ise nesillerden nesillere aktarılarak günümüze ulaşmıştır.
