Yerma Federico Garcia Lorca’nın 1934’te yazdığı üç perdelik bir oyundur. Bernarda Alba’nın Evi ve Kanlı Düğün ile birlikte Lorcanın kendi ifadesiyle İspanyol köylerindeki kadınlar üstüne bir üçleme oluşturur. Yerma’nın teması da diğer iki oyunla benzer şekilde törelerle insan doğasının çelişkili ilişkisidir. Oyunun ilk sergilenmesi 29 Aralık 1934’te Madrid’de Margarita Xirgu tarafından Teatro Español’da gerçekleştirildi. Oyun Almanca’da ilk kez 1944’te Zürih’te Schauspielhaus Zürich’te sergilendi. 1947’de Newyork’ta Cherry Lane Theatre’da sergilendiğinde sezonun en iyi oyunu olarak nitelendirildi. Türkiye’de ise ilk kez 1965 yılında Devlet Tiyatrolarında Ergin Orbey tarafından sahneye kondu.
Yerma, yoksul bir çobanın kızıdır ve sevmediği halde, Juan adında kendinden daha varlıklı bir köylü ile evlendirilmiştir. Juan’a sadık ve uysallıkla bağlıdır. Juan, sabahtan akşama kadar tarlada çalışan, kıskanç ve içine kapanık biridir. Evliliklerinin ardından 2 yıl geçmesine karşın çiftin çocukları olmaz. Yerma, aldığı katı aile terbiyesinin etkisinde bir kadındır ve tek isteği bir çocuk sahibi olabilmektir. Yerma’nin Juan’dan çocuk sahibi olabilmek için bütün çırpınmaları boşa çıkar. Bu arada Juan, karısına göz kulak olmaları için iki kız kardeşini de eve getirir. Yerma gençlik arkadaşı olan ve çobanlık yapan Victor’a da bir yakınlık duymaktadır, ancak hem kendi değerleri hem içinde olduğu toplumsal yaşam böyle bir ilişkiyi olnakasız kılmaktadır. Yermanın adakları, tılsımları, kocasını beslemeleri hiçbir işe yaramaz. Kendisini tamamen çorak bir toprak gibi hissederken, bir taraftan da köy kadınları arasında kendisiyle ilgili söylentiler çıkar. Başka birisiyle olması mümkün değildir, kocasıyla olduğu sürece de kuruyup gidecektir. Artık çocuğu gibi baktığı Juan’ı, yani “kendi çocuğunu öldürmek”ten başka bir yol bulamaz ve kocasını boğar.
Yerma, İspanyolca’da çorak arazi, bozkır anlamına gelir. Ana kahramanın adı, seyircinin oyunun temasına yakınlaşmasını sağlamak için seçilmiş gibidir. Kısırlık ve çoraklık aynı zamanda yazarın ülkesi İspanya’ya yapılan bir gönderme sayılabilir. Bu oyunda da Lorcanın diğer oyunlarındaki gibi töreler ile insanın doğası arasındaki çatışma anlatılır. Bu sefer bir kadının anne olmak istemesinin nasıl bir saplantılı tutkuya dönüştüğü ve çaresizlik içindeki bu arayışın nasıl ölümle sonuçlandığı üzerinden aynı konu işlenmiştir. Birey, kabullendiği ve içselleştirdiği tartışılmaz ahlak yasaları ile kendi bireysel özgürlüğü ve benliği ile büyük bir çatışma yakalamaktadır. Ya bu yasalara karşı çıkarak ölümü seçecek, ya da yasalara körü körüne itaat ederek kendi doğasını kendi eliyle öldürecektir. Bir ninni ile başlayan oyun bir başka ninni ile biter.