Çeşitli bitkilerin kaynatılmasıyla veya haşlanmasıyla elde edilen bir içecek türü

Günümüzden yaklaşık olarak 4500 yıl kadar önce, Çinliler’in yüce hükümdarı İmparator Shen-Nung, sarayının o uçsuz bucaksız bahçesinin bir köşesinde oturup her zaman olduğu gibi sıcak su içerken, tatlı bir rüzgarın savurup getirdiği iki minicik yaprak sıcak sı ile dolu fincanın içine düşmüş ve o anda etrafa emsalsiz bir koku yayılıvermişti. Bu öylesine güzel bir kokuydu ki, İmparator Shen-Nung hayran oldu ve fincanını burnuna yaklaştırıp uzun uzun kokladı. Sonra dayanamayıp bu fincandaki o emsalsiz kokuyu saçan yapraklı sıcak sudan bir yudum içti. Kokusu kadar güzel buruk bir tat duydu damağında. Bu adeta tılsımlı bir yapraktı hem burunda hem de ağıza nefis bir tat veriyordu. İmparator Shen-Nung, bu minik yaprakların kopup geldiği bitkinin derhal bulunmasını emretti. Sarayın muhafızları o uçsuz bucaksız bahçeye yayılıp araştırmaya koyuldular, yerden en çok bir metre kadar yükselmiş bulunan bir bitki buldular bahçenin sapa bir köşesinde. Yaprakları o minik yapraklara uyuyordu aynen. İmparator Shen-Nung bu eşsiz özelliğe sahip yaprakları olan bitkinin bütün ülkede üretilmesini emretti. Bütün Çin’e duyuruldu Yüce İmparatorun bu  fermanı ve Çinliler o koca ülkelerini bu bitkini fideleri ile doldurdular adeta.

Hindliler ise bu yaprakların öyküsünü şöyle anlatırlar: Kendini tüm benliği ile Buda’ya adamış bulunan Rahip Boodhidarma, dokuz yıl süre ile durup dinlenmeden Buda’ya dua edeceğine ant içmişti. Üç yıl durup dinlenmeden ve gözlerini hiç yummadan duaya devam etti; sonra bir an geldi ki gözleri kendiliğinden kapanı verdi. Boodhidarma uykusundan uyandığı zaman andını yerine getirememiş olmanın büyük üzüntüsü ile yürekten yandı. Kendine lanetler etti ve andını yerine getirmesine engel olan göz kapaklarını kendi eliyle kesip ulu bir çınar ağacının altına attı. Rahibin arkadaşları ertesi gün orada koyu yeşil yapraklı bir bitkinin yükseldiğini gördüler. Bu yapraklar, Boodhidarma’nın göz kapaklarını andırıyordu şekli itibariyle. Bu efsanelere bakılacak olursa, Hind’de çıkıp Çin’de önemini kazanan çay, zamanla buradan diğer Asya ülkelerine sıçradı. Milattan 810 yıl sonra bir budist rahibi olan Dajsny, Çinliler’in kaynatıp suyunu içtikleri çayı Japonya’ya götürdü. Bu güzel kokulu ve buruk lezzetli bitki Japonya’da öylesine çabuk bir yayılma gösterdi ki, beş yıl geçmeden Japon İmparatoru Saga, bütün memlekette çay tarımının yapılmasını emreden bir bildiri yayınladı.

Avrupa çayı XVI. yüzyılda tanındı. Venedikli bir yayınevi editörü olan ünlü gezgin Giambattista Ramusio, Uzak Doğu’ya yaptığı gezi sırasında götürüp tattığı çayı gezi hatıralarını anlatan bir eserinde Avrupa halkına tanıtmıştı. Daha sonraları Uzak Doğu’nun Batılılar tarafından tanınması ile çayın lezzeti de öğrenildi. Onaltıncı yüzyılın başlarında Hollandalılar Avrupa kıt’asına ilk çayı götürdüler. Avrupa çayın değerini oldukça geç fark etti. Önceleri bu gayet lüks bir içki olarak kabul edildiğinden pek yüksek vergiler konuldu. Bu yüzden yalnız yüksek tabaka ile zenginler çaydan faydalanabildiler. 1650 yılında Thomas Garroway adında bir İngiliz, gazinosunda çay vermeye başladığı zaman da bu içki ”Lüks” sayılmaktaydı. Ancak çayın İngiltere’deki tepkisi pek büyük oldu. Önce kilise, sonra da parlamento, bu içkinin insan sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle yasaklanmasını istediler. 

Bunca karşıt olanlara rağmen çay, İngiliz halkı üzerinde önemli bir etki yapmış ve günden güne yayılmaya başlamıştı. Asya’dan ”İpek Yolu” üzerinden Anadolu’ya gelen çay bura da önemli bir meta olmuş, özellikle Doğu Anadolu ile Kafkasya’da yaşayan Türkler’in yaşantısında pek önemli bir yer işgal etmişti. Bugün de bütün dünyada çay her geçen gün daha fazla artan bir önemle insanın günlük yaşantısındaki değerini arttırmaktadır.

Cevap: Çay

Diğer Sorular ve Cevaplar

Related posts