Günümüzden 150 yıl öncesine dek, kolera ile vebadan sonra en tehlikeli hastalık ”Çiçek”ti. On sekizinci yüzyılın başlarında yapılan istatistiklere göre, her yıl yalnız Avrupa kıt’asında en az yarım milyon kişi bu hastalığın kurbanı olmaktaydı. Tanrının büyük lütfu ile bu hastalığı atlatabilenler de bunu işaretlerini ömür boyu taşımaya mahkum oluyorlardı. Yalnız yüzde derin izler bırakmakla kalmıyordu bu ağır çok ağır oluyor, kimini kör, kimini ise sağır bırakıyordu. 1790’larla Türkiye’nin ”Rumeli” adıyla anılan Trakya bölgesinde şiddetli bir çiçek hastalığı salgını baş göstermişti. İstanbul da dahil olmak üzere bütün Rumeli bölgesini kasıp kavuran ve binlerce kişinin ölümüne sebep olan bu salgın sırasında Edirne’nin bir köyünde hiç bir olaya rastlanmamış olması dikkati çekmiş ve bir heyet bu köye giderek incelemelerde bulunmuştu. Köyde yapılan araştırmalarda dikkati çeken husus, ineklerin bu hastalığa yakalanış olmalarına rağmen insanların tam bir zafiyet içinde bulunmalarıydı. Halbuki ineklerin vücutları özellikle memeleri içi cerahatli memelerle doluydu ve o köyün insanları bu memelerden sağdıkları sütleri içiyorlardı. Hatta sütler sağılırken ineklerin memelerini kaplayan için irin dolu sivilceler patlıyor ve içilen sütün içinde de cerahat karışıyordu. Üstelik bu cerahat, memeleri sağan ellerdeki çatlaklardan doğrudan doğruya insanın vücuduna da karışıyordu.
O sıralarda, çiçek hastalığı salgınından en büyük zarar gören ülkelerden biri de İngiltere idi. Yapılan istatistikler bir nesilde her on üç kişiden birinini çiçek hastalığından öldüğünü gösteriyordu. Bu yüzden Edirne’nin hücra köyündeki bu garip olay İngiltere’nin İstanbul’daki sefirini de çok ilgilendirmişti. Sefirin eşi Lady Montague, bu konuda yaptırdığı araştırmaları uzun ve tafsilatlı bir mektup halinde, İngiltere’de bu hastalık üzerinde çalışmalar yapmakta bulunan aile dostları ünlü hekim Edward Jenner’e bildirdi. Doktor Jenner, İstanbul’dan gelen mektubu hayli ilginç bulmuştu. Araştırmalarını bu yola yöneltip köyleri dolaşmaya başladı. Dolaşmaları sırasında elde ettiği bilgiler de İstanbul’dan gelen mektubu destekleyici mahiyette idi. Özellikle ineklerle meşgul olan köylülerin İngiltere’deki en büyük çiçek hastalığı salgınlarında dahi ya bu hastalığı çok hafif geçirdiklerini, ya da hiç yakalanmadıklarını tespit etti. İneklerin geçirdiği çiçek hastalığına yakalananların insanları telef eden çiçek hastalığına yakalanmadıkları kanaatine vardı.
Doktor Edward Jenner, 14 Mayıs 1796 gücünü insanlık tarihine adını altın harflerle geçirecek buluşunu tatbik imkan ve fırsatını kavuştu. Sarah Nelmes adındaki bir köylü kızının ellerindeki çatlaklar üzerinde ineklerden geçmiş olan hastalığın sivilcesi içindeki cerahat’tan bir damla alarak bunu James Philipse adındaki bir çocuğun kolunu iğne ile çizip kanına karıştırmak suretiyle aşıladı. Böylelikle tarihte ilk kez bir insan, bir hastalığa karşı aşılanmış oluyordu. Doktor Edward Jenner’in o küçük köylü çocuğu üzerinde yaptığı bu aşı gayet olumlu bir sonuç vermiş ve küçük çiçek hastalığına karşı büyük bir bağışıklık göstermişti. Bu önemli buluşunu insanlara hiç de kolaylıkla kabul ettiremedi Doktor Jenner ne çare ki. Bütün İngiltereyi şehir şehir dolaşıp insanları aşılamak için çırpındı. Pek çok kimse gülüp geçtiler ona, hatta kendisiyle alay edenler dahi çıktı. Fakat Doktor Jenner, inandığı bu davadan yılmadı olanca gücüyle çalıştı. Zorlukla ikna ettiği kimselerde hastalığa karşı büyük bir muafiyetin baş gösterdiği belli olduktan sonradır ki, ülkenin sınırları içinde ve vatandaşları arasında onun ve bu büyük buluşunun değeri anlaşıldı.