İçine şeker katılmış çeşitli meyve suları ya da sütten elde edilen soğuk bir tatlı

Tarih, Roma İmparatoru Neron’un dünyanın en zalim, en gaddar ve sadist bir hükümdarı olduğu kadar en büyük bir ”Obur”u olarak da tanımıştır. Anasını, iki karısının, hamisinin oğlu şair Lucan’ı ve kendisiyle evlenmeyi reddeden bir kadını ördürten, yüzlerce Hristiyanı arenalarda arslanlara parçalatan ve en nihayet Roma’yı yakıp alevler karşısında hir çalıp şarkı söyleyen Neron’un bir şöhreti de sofralarının emsalsiz zenginliği olmuştur. Tarih, onun kadar obur hiç bir İmparator, kral ve hükümdar tanımadığı gibi, bu derece boğazına düşkünlüğü bir iptali haline getirmiş bir insanı da pek az görmüştür belki de. Neron’un maiyetindeki kalabalık bir grubun başlıca vazifesi, bulacakları yeni yeni yemeklerle imparatoru memnun etmekten ibaretti. Bu vazifeşinas şahısların gayretkeşliği içinde Roma’nın ünlü imparatoruna kim bilir nelerin yedirilmiş olduğu da düşünülebilir şüphesiz ki.

O günün ölçülerine göre cidden sivri akıllı sayılabilecek bir görevli, dağlardan kar getirip üzerine bal ve meyve suları döktürmüş ve sıcak bir yaz gecesi bunu altın bir tasın içinde İmparator Neron’a sunmuştu. Ve Neron bu soğuk tatlıyı öylesine sevmişti ki daha o gece kölelerden bir ordu kurdurtup dağların tepelerinden ve kuyularından Roma’ya kar taşımakla görevlendirmişti. Roma’nın koca göbekli İmparatoru, Colliseum arenasında gladyatörlerin kanlı mücadelelerini sadist bir zevk içinde seyrederken o sıcakta buzlu tatlısını yiyerek zevkine bir kat daha büyük zevk katmaya başlamıştı. 1550 yılında Catherine de Medici adındaki asil bir Fransız kadını, Roma’dan dönerken bu buzlu tatlının tarifesini de Fransa’ya getirmiş ve De Marco adındaki saray ahçısı tarafından Fransa Kralı I. Charles’in sarayına sokulmuştu. Sıcak bir yaz günü kendisine ikram olunan bu buzlu tatlıdan pek ziyade hoşlanan Fransa Kralı I. Charles, ahçısı De Marco’ya pek büyük bir maaş bağlarken bu tatlının sırrını başkalarına açıklamamasını şart koşmuştu. Ancak emir Kraldan da gelse, bu yasağın ömrü pek uzun sürmedi ve alınan bütün tedbirlere rağmen ”Buzlu Tatlı”nın tarifesi Fransa Kralının sarayından dışarı sızıverdi. 

Ancak ne var ki, bu ”buzlu tatlı” çok uzun yıllar pek zengin ve asil sofralarının malı olabildi. Bu hal soğutma veya buz yapma sisteminin keşfedildiği 1775 yılına kadar sürdü. Bu sistemin keşfinden sonradır ki, herkesin yiyebileceği bir nesne halini aldı. On dokuzuncu yüzyılın başlarında İstanbul’un en kibar ve en zengin kişilerinden biri olan Dürrüzade Abdullah Efendinin iftar sofralarının zenginliğini dillere destandı. Eski Şeyhülislamlardan olan bu zatın sofralarının medh-ü senasını işiten devrin Padişahı İkinci Mahmut, bir ramazan günü, habersiz olarak ve pek kalabalık bir maiyet erkanı ile birlikte tam iftar vakti Dürrüzade’nin Üsküdar’daki konağına gitmişti. Padişahın maksadı, saray sofrasını bastırdığı söylenen Dürrüzade’yi faka bastırmak idi. Padişah ve maiyeti erkanını kapıda karşılayan Dürrüzade misafirlerini derhal iftar sofrasına buyur eder. Fevkalade değerli ve nadide kapılar ve tabaklar içinde sunulan birbirinden leziz yemekler Padişahın pek hoşuna gider. Ancak yemeğin sonuna doğru pilavla birlikte getirilen hoşafların konulduğu billür kaselerin diğerleri kadar zarif olmadığını fark eden ikinci Mahmut, nihayet tenkid edilecek bir şey bulabilmiş olmanın mutluluğu içinde ”Billür kaseler pek kaba değil mi?” diyecek olur. Dürrüzade o nazik tavrı içinde el oğuşturur ”Devletlüm dainiz lezzetini bozmasın diye buz parçalarını hoşafın içine attırmıyorum da manzur-u şahaneleri olduğu gibi kaseleri buzdan yaptırıp hoşafı onun içine koyduruyorum.” cevabını verir. Buzdan yapılma kaseleri billür sanıp tenkid etmekten pek utanan İkinci Mahmut o günden sonra Dürrüzade’nin ne zaman ismi geçse lafı kesip ”Pek kibar adamdır” der. 

Cevap: Dondurma

Diğer Sorular ve Cevaplar

Related posts